Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış. Büyüğü Halil, küçüğü
ise İbrâhim. Halil, evli çocuklu. İbrahim ise bekârmış. Ortak bir
tarlaları varmış iki kardeşin. Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.
Bununla geçinip giderlermiş. Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.
İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir
teklif yapmış:
- İbrahim kardeşim ; ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.
- Peki abi , demiş İbrahim..
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye. O gidince, düşünmüş İbrahim:
- Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine demiş ve kendi payından bir miktar atmış onunkine.
Az sonra Halil çıkagelmiş.
- Haydi İbrahim.! demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
- Peki abi...!
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola. O gidince, Halil düşünür bu defa: Der ki:
- Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle düşünerek, kendi payından atar onunkine birkaç kürek. Velhasıl,
biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine. Bu, böyle sürüp
gider. Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur. Karanlık
basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile.
Hak teala bu hali çok beğenir. Buğdaylarına bir bereket verir, bir
bereket verir ki... Günlerce taşır iki kardeş bitiremezler. Şaşarlar bu
işe. Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir. Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir...